Desayuno
Istanbul’da kisa bir donem yasarken birden bire ani bir aydinlanma oldu kafamda. Kucucuk ama korkunc bir revelation’du.
Burda herkes (yani herkes!) sabahlari kahvaltida zeytin yiyorlardii.
Eger burda, bu ulkede benim anamin babamin anavataninda herkes zeytin peynir yiyorduysa , bu demek ki kafalari, evdeki/ic makandaki tum davranislari da birbirine hemen hemen benziyordu..ayniydi.
Bunu anlamak /gormek korkunctu. Yani ulkeyi de zeytin peynirli kahvalti eden insanlar/zihniyetler yonetiyordu. (Tuzluuu).
Kahvaltiya olan buyuk askim herhalde Volkan’i tanimakla gelismis olmali. Eskiden kuzenimin ailesine ziyarate gittigimde sergilenen kahvaltilarin mukemmel olmasina degil de daha cok cesitliligine hayran kalirdim. Master in breakfast and picnic making diye hitab ederdim onlarin bu kahvalti ve piknik anlayisina.
Alismis kudurmustan beter olacak ki, yillar sonar Londra’da kahvaltiyi kacirirsam o tum gun icimde kara bir aci gibi kaliyordu. Ve o kahvaltinin tatlisiyla, tuzlusuyla yapilmasinin gerektigine inaniyorum. O yuzden de aksamin 8inde bile eve donsem apar topar o kahvaltinin sicak sutlu cayini (ingiliz halim degil bu gercekten, Danimarkadayken de bu ingilizligim vardi.
Caylarimi ya Ingiltere’den getirtiriridim ya da ozel caycilara giderdim).
Ekmegin tost makinesinden cikmis sicak bir kac dakikalik ilk hallerinin kokusunu, recelin meyveden aldigi tatliligini, Danimarka markasi Lurpak tereyaginin ve bir kac zeytinin tuzunu ve peynirin yumusakligi ile olan kahvaltilari severim hep.
Bu aliskanlik bende “iyi ki Danimarkali degilimi” soyleten seylerden biridir. Bir bu, bir de “iyi ki Turkiyedeniz, yoksa Danimarkalilar gibi biz de misafirsiz ve guzel yemeklere hasret kaliriz” idi. 10-11 yasinda Danimarka’daki Karslunde koyumuzdeyken her haftasonu bunu dusunurdum. Arka fonda kilise canlarinin sessizligi boldugu gunlerdi haftasonlari. Zaten yeterince yorgun olan annecigime misafir gelmedigi zamanlar hamur yogurmasi ve hamur sicrayip misafir gelmesi icin zorladigim gunlerdi. Sessizligini hic sevmedim Danimarkanin. Orasi ebnim icin hep bir koy kalacak.
Sonra kahvalti sevdam calistigim okulda ispanyolca konusan bir ogretmene iyi sabahlar diyemeyisimin bilinc alti hallerine aldi goturdu beni. Is arkadasima icimden gelen tek ispanyolca kelimenin saat 8.15 surlarinda desayuno oldugunu anladim. ‘Desayuno’ ispanyolca ‘kahvalti’ anlamina geliyor.
Kahvalti istegim ve o saatte ki eksikligim o kadar disa vurmus ki sadece ‘desayuno’ diyesim geliyor gunaydin yerine. Isarkadasim tabii ki guldu, ama nedenini ona anlatmadim hic.
O gunlerde digger isarkadaslarima kahvaltimi yapmis olmazsam o gun gec saatlerde de olsa yapma istegimi dile getirdim ve sadece bunlarin arasinda beni turkce anadili ogretmeni anladi tabii ki.
O gunlerden hemen sonra tuzlu, tatli, sicak, soguk felan bunlar ayri ayri gozumun onunde ayri ayri tek basina seyler gibi canlandi. Sanki catalimin biraz yagli, biraz tuzlu, azicik baharatli, tekrar tuzlu, biraz ekmek , sonrasinda tatlisi boyle minik minik bullet points’ler gibi her kahvaltinin bir timeline’i olustu sanki.
Yani sadece mimikleri canlandiran duyular, agiz ve catalin arasindaki bu tatli tuzlu aci yagli git gellerden olusan bir film yapilabilir gibiydi adeta. Orumcek agina benzeyen bir resim gibi.